Çok vedalar yaşadım ben...
Haddinden çok fazla!
Ama sanmayın ki insan alışıyor , öyle bir şey olduğu yok.
Bunun içindir ki hayat bana güzel bir şey verdiğinde elimdeki güzelliklerden birini de alacağını bilirim.
Bugüne kadar hiç yanılmadım.
Veda edebilmek güzel şey , tadını çıkartmalı.
Veda edemeden ayrıldıkların ile gerçekten ayrılamıyorsun çünkü.
Ölmeden gömdüklerimizin mezarına nasıl çiçek koyarız ki diye sormuştum bir kez.
Hiç olmamışlar gibi yapmak lazımmış onu öğrendim.
Ağlamayı sevmem , utanırım.
Ağlayabilene saygı duyarım.
Ben sessiz sessiz ağlamaya giderken siz bu güzel şarkıyı dinleyin olur mu ?
Türk filmlerindeki o güzel yalılardan birinde Tarık Akan'dan ayrılmak üzere olan Gülşen Bubikoğlu olun benim için.
Pek yakında vizyonda!
Malum canım arabam Hatice'nin satıldığını duymayan bir sağır sultan kalmıştı o da MIRTAZA nın gelişi ile yaktığım ağıtlardan haberdar oldu.
MIRTAZA yeni arabam....
SANRUF u var , kasetçaları var , elektrikli yan aynaları ve hatta kar modu var ama Hız göstergesi yok ...
100 ile de gidersen 0 gösteriyor.
Yani hızdan ceza yersem "valla farkında değilim bey " cümlesi hazır...
Kliması da çalışmıyor ama SANRUF'u var , havadar havadar gidiyoruz...
Bir de rengi kırmızı , hani çingeneyiz ya 3 kuruş fazla verdik Kırmızı oldu ...
Hatice yi aldığımızda sabah 3 , akşam 8 tur elinde el feneri arabanın üstüne sivrisinek mi kondu yoksa yanından araba gerçerken oluşan rüzgardan arabamız üşütmüş müdür diye dolaşan Memo değilmişçesine kıydı arabamıza...
"Aşkım ben x'e gideceğim haberin ola" cümlesine " nereye gidersen git sakın Hatice'yi valeye verme" diyen kocamdan bahsediyoruz belirtmek isterim.
Neyse gün bugündür, MIRTAZA geldi hayatımızın orta yerine oturdu. Neyseki SANRUF u var :)) Evet , ne var öyle avutuyorum kendimi. :)))
Benim aklımın almadığı arabasına bu kadar aşık , bu kadar titiz bir adamın MIRTAZA ile eve gelmiş olması ...
Ama umut fakirin ekmeği demişler boşa dememişler...
Bugün benim doğum günüm!
Akşama kapıya bir çıkacağım o istediğim bej rengi MİCRA bana bakıyor olacak.. Adı da EYLÜL olacak ...
Dedim ya Umut fakirin ekmeği ...
Umut etmek için akşama kadar vaktim var ...
Sonra MIRTAZA ya atlar evime giderim.
Zaten hastayım!
Size bir şey diyeyim mi ?
Damla'nın plaklarında bugün kocaman bir teşekkür ve bir Süper Star var ....
AJDA PEKKAN - SEVDİĞİM ADAM
Bir dostum bana bir gün " sen hep insanlar seni gerçekten sevmiyormuş gibi davranıyorsun" demişti. "İnsanların seni gerçekten sevebileceğini hiç düşündün mü ?" diye de eklemişti.
Şöyle bir tarttım , hayır hiç düşünmemiştim. Ben hep insanlar beni sever gibi görünecek sonra işleri bitince sırtlarını dönecek diye bekledim. Hala da öyle düşünüyorum zaman zaman , ama işte her seferinde o sözler geliyor aklıma hemen toparlanıyorum.
Biz yine aynı dostumla otururken Damlanın Plakları diye bir yazı dizisi yapmak istiyorum ama insanlar sıkılır mı acaba dediğimde o yine bana insanlar severse okur , sevmezse gider. Ama sen yaz , kimse okumasa Sadece biz okuruz demişti.
Ve Damlanın Plakları 3 ü yazdığım akşam Twitter dan bir mesaj aldım. Hani şu twitter arkadaşlıklarımız kıvamında biriydi. Az çok insanları tanıyoruz ama emin olamıyoruz kıvamında. " Bana adresini verir misin bir hediye yollayacağım" dedi. İlk önce tereddüt ettim , sonra dedim ki güvenmeyi öğrenmelisin ... Bir de ben öyle durup dururken hediye almaya alışkın değilim ki , he 23 Eylül Doğum Günüm o gün için isterseniz adresimi burda yayınlarım o başka :))
Şaka şaka , Elif'e adresimi verdim. Ve beni sakın ola utandırmamasını tembih ettim.
Ve unuttum gitti... Yalan unutmadım , çatladım paket gelene kadar ...
Paket geldi , nasıl özenli hazırlamış , elleriyle bana notlar yazmış.
O an iş yerinde olduğumdan daha fazla karıştırmadan kapattım paketi, sonrasında eve gittim , doya doya notları okudum ,ağladım...
Hem de hıçkıra hıçkıra ağladım.
Beni hiç tanımayan sadece yazılarımı okuyarak fikir edinmiş biri , hem de bir yazım onu çok etkilediği için bana hediye yollamıştı.
Yazıları suya yazmıyoruz bloglarımızda , bir küçük yorumun beni nasıl mutlu ettiğini hayal edemezsiniz. Ki paketin içinde bir 45 lik vardı. Gerisi gözyaşı oldu ...
Çok ağladım , dedim ki kendime gerçekten sevebiliyor insanlar beni... Elif sana ne kadar teşekkür etsem az ...
İstedim ki bir Cuma köşem sana adansın ve aldığın 45 lik'i beraber dinleyelim...
Ben de böyle duraydım , gitme HATÇE diyeydim , satılmazdı belki arabam.
Şimdi ben kime nasıl güveneyim , kızımı kimlere emanet ettim kim bilir.
Bir ara Noter de kıllık yaptım ama adam hiç oralı olmadı ...
Acımadı aldı vallahi ...
Can ile her akşam yeni bir kitap okumaya çalışıyoruz. Ve bunu hemen hemen her gün İnstagram hesabımda paylaşıyoruz. İnstagram hesabım için buraya tık tık.
Can doğduğundan beri en büyük hayalim kitaplardan keyif alabilecek bir çocuk olması idi. Ve sanırım az da olsa başarabildim.
Ama nasıl yaptın diye sormayın bilemiyorum :)
Daha ilk bebeklik zamanlarında bile oyuncaklara ilgisi olmayan bir çocuktu zaten ,ben de bol bol okudum ona. Anlar , anlamaz düşünmedim hep okudum. Bir zaman sonra kitap ,dergi karıştırmak en büyük eğlencesi olmaya başladı. Ben de bu durumu kötüye kullanıp hayatın her yerindeki sınırlarını kitapçılarda kaldırdım. Bu onu daha da iştahlı bir çocuk yaptı.
Hala daha cebimizdeki son para da olsa bir kitap isterse alırız. Asla hayır demeyiz.
Ve sonunda sürpriz ; Nurtopu gibi oyuncakçılara değil Kitabevlerine koşan bir çocuğum oldu. :)
Şimdilerde beraber saatlerimizi kitabevlerinde geçirebiliyoruz, sen kaç sayfa okudun ben kaç sayfa okudum kavgasına tutuşabiliyoruz. Ve hatta sen bu kadar kitabı nasıl okudun anne yahu diye şoklara girip , ama ben seni yakında geçerim ki diyerek hırslanıyoruz.
Geçen kış Can'dan gelen istek üzerine okuma saati uygulaması yapmıştık. Evin girişine Koca Koca harfler ile " BU EVDE 21:00-21:30 DA KİTAP OKUMA SAATİ UYGULAMASI VARDIR. KATILIM ZORUNLUDUR" tabelası asmıştı. (Kurallara uymayı fazlasıyla seven bir yapısı var, bu da işimizi rahatlattı.)
Her akşam yatmadan kitap okuma alışkanlığını da bu uygulama sayesinde kazandık.
İlk okumayı öğrendiğinde okurken yorulmasın diye bir sayfa o bir sayfa ben şeklinde okuyorduk, sonraları yorulunca sen devam et demeye başladı. Şimdilerde sessiz sessiz içinden okuyup bana anlatıyor ve üzerinde fikir yürütüyoruz.
Yeni kitaplar keşfetmek için sıkça İnstagramdaki #cocukkitaplari etiketine göz atıyorum.
Dün okuduğumuz BAY MORRIS LESSMORE'UN UÇAN KİTAPLARI kitabımızı uzun zamandır merak ediyorduk. Ben kendim okuyacağım dedi ,geçti köşesine.
Bazı yerlerinde gülümsedi bazı yerlerinde kahkaha attı en sonunda bi hüzünlendi.
Ve sonra kitabın 2012 Yılın En iyi Kısa Animasyon Filmi Oscar Ödülünü kazandığını fark ettik,oturduk izledik. Bence siz de izleyin.
İleride ona hatıra kalsın diye bir de etiket yaptım #caninkitaplari diye. İnstagramdan takip edebilirsiniz :)
Deli bir İstanbul trafiğindeyim, kendime oyalanacak bir şeyler arıyorum.
İlk önce son model jip'ine gözüm takılıyor, sonra ipek gömleği ve incecik fularına...
Haykırarak şarkı söylüyor.
"Tipik metropol kadını işte" diyerek kafamı çeviriyorum ki bir an gözüm gözündeki güneş gözlüklerine takılıyor. Sonbahardayız , hava kararmaya yüz tutmuş üstelik yağmur yağıyor. O gözlükler de neyin nesi yahu be kadın diyorum.
Omuzlarının titrediğini görüyorum, belli belirsiz. Yüzünün ıslaklığını fark ediyorum sonra.
Hayır omuzları titremiyor, hıçkırıyor!
Ve şarkı söylemiyor , haykırarak ağlıyor.
Belli ki çok canı acıyor.
Arabadan inmek ,ona sarılmak istiyorum. Trafik açılıyor bir anda ve yollarımız ayrılıyor.
Günlerce o kadını düşünüyorum, neydi derdi? Öylesine canını acıtan ne olabilirdi?
Rüyalarıma giriyor...
---------------------------------------------------------------------------------
Dışarıda yağmur var,İstanbul'un lanet köprü trafiklerinden birinin tam ortasındayım.
Çok keyifli olduğum söylenemez ama idare edebiliyorum.
İnsan her şeye alışıyor dedikleri bu olsa gerek....
Bundan 1 ay öncesine kadar günler gecelerce hastane koridorlarında sabahladım.
Sevdiğin birinin koma da olması çok garip bir duygu , öylece yatıyor 1,5 ay oldu.Sanki uykuda da birazdan esneyerek uyanacak, Günaydın canım diyecek gibi...
Eşimin uyandığında beni harap görmemesi gerektiğine inandırdı arkadaşlarım ,bu yüzden yaklaşık 10 gündür eski rutinimde işe gitmeye başladım.
Off şu trafik... Uyanmış beni bekliyor olabilir mi acaba ? Neden olmasın ?
Umut etmek çok , ıhmmm çok ... yok sıfatsız bir şey!
Telefonumun bu saatlerde çalmasına alışkın değilim, herkes trafikte olacağımı bildiğinden dikkatimi dağıtmak istemez...
Hastaneden arıyorlar , "Kaybettik" diyorlar.
İlk önce insan inanmak istemiyor, rüya gibi...
Sonra arabadan inip bağırmak istiyorum, koşmak istiyorum, oturup ağlamak istiyorum.
Hiç birini yapamam , trafiğin tam ortasındayım... Öylece durup ağlamaya başlıyorum. Kornalar , meraklı gözler hiçbiri umurumda değil...
Sonra birden duruyorum, yanına gitmeliyim!
Gözyaşlarımı durduramıyorum ,dışarıda yağmur. Gözlüklerim gözümde , neden bilmiyorum...
Hayatta en kıskandığım insan VosVos'u olan insan.
Düşünün öyle kıskanç değilim... Kıskançlık bana ters.
"Onun var benim niye yok , acaba bana yalan mı söyledi, onu seviyor beni neden sevmiyor vs" kıskanç olabilmek için sürekli bir paranoyaklık hali mevcut olmalı.
Akıl sürekli kötüye çalışmalı , kurmalı kurmalı ...
Sizce de çok yorucu değil mi ?
Ben tembel insanım , etrafımdakileri kıskanmaya çalışarak yoramam kendimi.
He ama sabah gördüğüm VosVos lu ablayı kıskanabilirim. O kolay , gördüm-kıskandım-bitti. Bana böyle basit şeylerle gelin :)
Bir de bazen Özgürlüğüne düşkün diyar diyar gezenleri kıskanırım. Ama elimde imkan olsa gezer miydim öyle ? Hayır ... Çok yorucu ....
Dedim ya Tembel insanım ben :)
En azından ne olduğumu-olmadığımı bilenim.
Neden mutlu neden mutsuz olacağım bellidir karşımdakileri de yormam.
Neden yazdım ben şimdi bunları sizce?
Yok ısrar etmeyin uzun uzun açıklayamam şimdi çok üşendim...
Yazının başlığı Tembellik mi olmalıydı ? Amannn kim değiştirecek şimdi başlığı :P
Bak ya aklıma geldi bir ara Tembel Kasaba diye bir çizgi film vardı. Süper Kahraman gelip sürekli spor yapıp sağlıklı yaşamaya özen gösteriyor, tüm kasabanın da aklını çeliyordu. Öyle Süper Kahraman mı olur be!
Süper Kahraman dediğin şöyle olmalı ;